İki bira istemiştim o gün. La Liberta'nın arka balkonunda, boş bira fıçılarının üstündeki eskimiş, yumuşak ama evde hissettiren şeylerin üzerinde beklemiştim onu. Çok bekledim. Aradım ama gelmeyeceğini söyledi hep. Ben yine de bekledim. Garson geldi. Abi dedi. Bir çay ister misin beklerken? "İçin ısınır, kendine gelirsin". Gerek yok dedim. Gelecek.
Bar kapanmak üzereydi. İki bardak bira, hala ağzına kadar doluydu. Barmenin sevgisiymiş. Günün son müziği her zaman "Nights in White Satin" olurmuş. Yanıma geldi. Biraların benden dedi. Kimse o biraları ısıtmamalı. Ertesi gün alacağım ve yeni başladığım 10mg Paxera'yı düşündüm. İçmemeliyim dedim. İç dedi. Mudanya'dan kalkan son vapur 6 saat önceydi, içme vaktin geldi dedi.
Telefonda yazdım biraz. "Nerde kaldın? Seni bekledim". Sustu. "Çok geç kaldım. Bir daha İstanbul'a gelemeyeceğim". Ben gelirim dedim. "Artık gelirim. Gelemeyen Alper değilim". Gelme dedi. "Evleniyorum. Amerika'da olacağım. Ben bittim, yokum artık". Konuştukça, sadece, ona vereceğim cevaplar, ona kendimi anlatmam üzerine yoğunlaşıyordum. Karşımdaki çoktan telefonu kapatmıştı. Fark etmedim. Saatlerce konuştum. Saatlerce anlattım kendimi. Cevap beklediğim anda "Özlem, Özlem?". Telefon çoktan kapanmıştı. Beni hiç duymamıştı. Bunca yaşanmışlıktan, farkında olmadığı aşktan sonra bana, canımı en çok acıtan şeyi söylemişti konuşmasının sonunda. Başka birisi. Evlenmek istediği birisi. Hatta ben konuşurken, o bana evlilik fotoğrafını dahi göndermişti. Fotoğrafa baktım ve hissettiklerimi bana açıklayabilecek bir Tanrı'nın olmaması için yalvardım. Bir gün öldükten sonra, Tanrı'nın bana "Elimden geleni yaptım." dememesi için yalvardım. Kendimi artık hiçbir noktada görmüyor, yeryüzünün en derininde, en dibinde, karanlık bir odada, China Bird dinlerken buluyordum. Benim için ölümden sonrası buydu. China Bird'ü yalnız dinlemek, dört tarafı kapalı bir odada yok olmaya başlamaktı. Bir önceki yaşamımda, elimden gelen tüm imkanları kullanmış, bu noktaya gelmemek için uğraşmıştım. Bir başka odada, o ve eşi vardı. Bağırıyordum. "Beni dinle, beni unutma, anlatacaklarımı dinle. Yapma bunu!". Tanrı'ya seslendim. O da artık terk etmişti. Elinden bir şey gelmediğini anladığında terk ederdi her zaman. Yüreğimin en dibine kadar bağırdım. İçimden kocaman bir parçayı odanın dört bir yanına saçtım. Bu parçaların, içimin en dibi olduğunu fark ettiğimde, ben çoktan ölmüştüm.
Ben sadece bir bira içmek istedim. Biramı tokuşturacağım kimsenin olmadığını anladığımda, cehennemin en kuytu odalarından birinde, her bir yanım o fotoğrafla dolu, yalnız başıma, aldığım tüm ilaç ve dostlardan yoksun, çürümeye mahkum kalmıştım.

Bookmark the permalink. RSS feed for this post.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Search

Bu sitedeki müziklerin hepsi canım sıkıldığı için paylaşılmaktadır.