Archive for 2014


Bütün de'leri ki'leri bitişik yazmak, herkez demek, birşey demek istiyorum.

Leave a comment


Gecenin düştüğü sokaklarda, gece lambalarının yağmur birikintilerindeki yansımalarına basarak, korkarak yürümek istiyorum seninle. Sokağın sonunda denizin olduğunu bilerek, siyah beyaz bir yaşamdan masmavi bir denize koşmak, o sokaktan sonsuza dek uzaklaşmak istiyorum.

2 Comments


Teşekkürler Serap Hanım. Bütün önyargılarımı yıktım karşınızda siz ve sizin gibilere karşı. Zannettiğim gibi değildi hiç.
Haftaya tekrar konuşmak için can atıyorum. Önemsenmek gerçekten güzelmiş.

Leave a comment


Siya Siyabend'in Hayyam'ı söylediğiyerde oturup çay içmek, az önce sahaftan aldığımız Tenten dergilerine göz atmak, sadece çay içmek, seninle canım çıkasıya kadar çay içmek istiyorum.
Motosikletimize atlayalım, köy köy gezelim, her yerde çay içelim, çay ikram etsin bize yaşlı teyzeler. Yorulunca bir ağacın altında uyuyakalalım, uyandığımızda hava kararsın ve çadırımıza geçelim istiyorum.
Çok şey mi istiyorum?

Leave a comment


Dün, 23 Nisan'da, çocuklar gibi mutluydum. Hissettiğim yoğun duyguların yanında, hiç olmadığım kadar huzurlu, arınmış ve güvende hissettim kendimi. Yanında hiçbir duygumu tutamadım, içimde hiçbir şey bırakmadım, ağlamaktan utanmadım ama sana geçmişte yaptıklarımdan çok ama çok utandım. Evet çok konuşamadım ya da çok gülemedim karşında. Deliler gibi mahcuptum karşında. Her an, her saniye binlerce kez kahroluyorum ben geçmiş yüzünden. Ama emin ol, hayatımın en güzel günlerinden biriydi. 7 ay sonra aşık olduğum kızı gördüm. Daha güzel ne olabilir şu hayatta? Seni o kadar özlemişim ki. Seni o kadar çok seviyorum ki Özlem.

Leave a comment


Müziklerim durdu, kanatlarımı açtım, göğe bakıyorum.

Leave a comment


Sadece sen oku diye yazıyordum. Olmadı, yapacak bir şey yok.
Yeni bloguma geçiyorum artık. İki yıllık blogumdan vazgeçiyorum. Çok okuyanım yoktu ama güzel mesajlar aldım. En önemlisi de, seni bu blog sayesinde tanıdım. Artık buradan ayrılma vakti. Hepinize teşekkürler.
Sourberry'ciler, burayı okur ve sözlükten mesaj atarsanız size yeni adresimi verebilirim.
Merak etme Burçin, ben iyiyim.
Hoşçakalın, sağlıcakla.

Leave a comment


Bu sefer gerçekten havaya konuştum. Susma vaktim geldi. Bu kadarına da kıyamazdın. En içten dileklerimle.

Leave a comment


Tevfik Fikret'in nazarında oturmuş, çok sevdiğimiz makinelerle, o anı ebediyete dek saklamayı görev edinmiştik. Mezuniyetine dahil olmamla ilk defa kendimi, onun bu kadar içinde hissetmiş, yer sofrasında yediğimiz son rakı balıkla ise uğurlanmıştım. Ben sadece Türkiye'den uğurlanacağımı sanmıştım oysaki. Buz gibi havalarda, Anadolu Üniversitesi'nden evine kadar koşarak, yerimde duramayarak giderdim. 4 yıl yaşadığım bir şehri, 3 yılın ardından onu tanımamla sevmiştim. Onun beni anlamadığı gibi ben de onu anlamadım. O özgür olsun, gençliğini yaşasın ve kendini kalıplara sokmasın isterken, ona tüm bu niyetimi o kadar farklı yansıtmıştım ki. En nihayetinde karşımda o vardı ve ben ona yaşatamadıklarımla, bir ilişkideki tüm sorumluluklardan kaçınmış, tüm yükü onun üzerine atmıştım. Hala iki gün önce pişman olduğunu söylemeseydin keşke. Bir kere daha yıkıldım.
Ben asla, yoluna rahatlıkla devam edebilen biri olamayacağım. Hayatımın kararlarını bir anda veremeyecek, canımdan çok sevdiğim birini cehennemin dibine gönderecek hareketler yapamayacağım. Ne yapabileceğim noktasında tıkanıyorum işte. Yapacak hiçbir şeyimin olmadığı bir andayım ve buna hiç alışkın değilim. Her şeyimi döktüm ortaya, toplamaya hiç niyetim yok.
Keşke beni bir kere dinleseydin. Kendime ve geldiğim noktaya inanamıyorum. Bu noktadan uzaklaşmayı ise hiç ama hiç istemiyorum. Dünyanın en boktan ruh hallerinden birindeyim.

Leave a comment


Pink Floyd - The Wall tişörtü almıştı. Benim alacağım "The Dark Side of the Moon" plağından hiç haberi yoktu o zamanlar. Verilmek üzere aldığım pikapın varlığından bihaber, sevgilisiyleydi. Bir kilo incir almıştım. "Ailene verirsin benim adıma". Elimden gelen buydu. Büyük vaatlerim, geleceğe dair sözlerim yoktu. Bir yerlerde, salaş bir çay bahçesinde oturmak, kimsenin kıymetini bilmediği müzikleri dinlemek istemiştim sadece. Her şey sade olmalıydı. Bu kadar heyecanlanamaz, yavaş yavaş ermeliydik en üst noktaya. O ise artık bunların anlamsızlığını suratıma o kadar sert çarptı ki, sadece müziklerimle başbaşa kalmıştım. Lise kimya hocamın yazdığı şiirler gibisini yazmak, Turgut Uyar okumakla geçmişti zamanım. Olmuyordu. Yazamıyordum. Ama şiiri yavaş yavaş sevmeye, onunle başlamıştım. Sinemanın 7. sanat olduğunu, Wristcutters'ı onunla öğrenmiştim. Ondan o kadar çok şey öğrenmiştim ki, ait olduğum kişiliğin en boş kısımlarını, onun kocaman varlığıyla doldurmuştum. Öyle ki, gittiğim yerlere, yaptığım şeylere onu da beraberimde götürmüştüm. Bu hayatta Mark Knopfler gerçeğine onunla erişmiş, ona sımsıkı sarılarak dinlemiştim konseri. Öğrendiğim her şeyin, yaşadığım her tecrübenin ölümsüz kalması, bir fotoğrafla beraber yerle bir oldu. Halbuki kocaman peleriniyle Batman, harika yazısıyla Kafka, Magic Bus koordinatlarıyla Into the Wild, hayatıma hep onunla girmişti. Öyle ya, yavaş yavaş şekillenen ve oturduğu zannedilen karakterim, ona çok şey borçluydu.
Benimle dakikalar içinde defalarca ayrıldığında, titreyen ellerimle, binlerce kilometre uzaktaki, ardımda kalan her şeyi kırmaya çalıştım. Yarı kalmış, içilmemiş sigaramızı içmeye, Tenten ve Fındık'a bakıp huzura kavuşmayı denemiştim. Her şeyimi, ama her şeyimi, beraber yaşadığım bir sevgilinin, dostun, yoldaşın varlığını yanımda hissetmediğim ilk andı. O kadar ki, bu hissin devamında da, sanki bir yeniyetmeymişcesine, dik durduğumu, bunun altında ezilmediğimi göstermeye çalıştım. Hiç ben değildim ve kendim gibi olmamaktan, hissettiğim gibi olmaktan her zamankı gibi inanılmaz mutluydum.
Masadan kalktım ve kendimi, sonunun nereye vardığını bilmediğim bir boşluğa bıraktım. Kendimi "İşte bunların hep filtre" olmadığı bir dünyada, yarı yolda bırakılmış bir varlık gibi amaçsız ve çıkmazda hissettim. Yer sofralarında yapılan kahvaltılar, sonu gelmezcesine içilen çaylar, asla bitmeyen Eksen yayınlarını apayrı bir dünyada bırakıp sadece acının var olduğu bir dünya gönderilmiş, bu dünyadan çıkmak için varımı yoğumu ortaya koyduğumdaysa, tüm bu geçmişin bir başkasınca, başka vaatlerce, bir fotoğraf vasıtasıyla gerçekleştiğine acınası ve ağlamaklı gözlerle şahit olmuştum. Ak ile kara kadar iki zıt duyguyu dibime kadar hissetmiş ve tükenmişlikler yolunda onun için daha iyisini dilememiştim, dileyemeyecek kadar bencildim. Listerine'den bir yudum almak kadar heyecanlandığım bir ilişkinin, var oluşun son noktasına bu kadar acı bir halde geleceğini tahmin edememiş, bana ait olmayan binlerce düşünce arasında sıkışmıştım. Dışarıya bir çığlık attım. Epey güçlü bir çığlık. Bağırdım, isyan ettim ama inandıramadım. Aklına dair güçlü duyguları olan biri olarak, aklını çok ötede bırakmış, yalnız bir hayal dünyasında, tek umudumun ellerimden kayışına tanık olmuştum. Kucakta uyuyakalmanın verdiği huzuru, başka hiçbir yerde aramamak adına, çizemediğim, bilemediğim yoluma devam etmiştim. Bunca anıdan sonra, bir anda ötelenmeyi, unutulmayı, vazgeçilmeyi, beklenmemeyi hak eder olduğumu idrak ettiğim anda varlığımın tüm somut belirtilerinden sıyrılmış, kalbimin en soyut düşünceleriyle oluşmuş bir Alper oluvermiştim. Ben, eski ben değildim ve bu, benim için bir dönüm noktası olmuştu. Şu an, dönüm noktasında sıkışmış ve eli ayağı bağlı bir canlıymışımcasına unutulmuş, yok edilmeye hazırlanmıştım. Yok oluşa, ilk defa bu denli yaklaşmıştım.

Leave a comment


İki bira istemiştim o gün. La Liberta'nın arka balkonunda, boş bira fıçılarının üstündeki eskimiş, yumuşak ama evde hissettiren şeylerin üzerinde beklemiştim onu. Çok bekledim. Aradım ama gelmeyeceğini söyledi hep. Ben yine de bekledim. Garson geldi. Abi dedi. Bir çay ister misin beklerken? "İçin ısınır, kendine gelirsin". Gerek yok dedim. Gelecek.
Bar kapanmak üzereydi. İki bardak bira, hala ağzına kadar doluydu. Barmenin sevgisiymiş. Günün son müziği her zaman "Nights in White Satin" olurmuş. Yanıma geldi. Biraların benden dedi. Kimse o biraları ısıtmamalı. Ertesi gün alacağım ve yeni başladığım 10mg Paxera'yı düşündüm. İçmemeliyim dedim. İç dedi. Mudanya'dan kalkan son vapur 6 saat önceydi, içme vaktin geldi dedi.
Telefonda yazdım biraz. "Nerde kaldın? Seni bekledim". Sustu. "Çok geç kaldım. Bir daha İstanbul'a gelemeyeceğim". Ben gelirim dedim. "Artık gelirim. Gelemeyen Alper değilim". Gelme dedi. "Evleniyorum. Amerika'da olacağım. Ben bittim, yokum artık". Konuştukça, sadece, ona vereceğim cevaplar, ona kendimi anlatmam üzerine yoğunlaşıyordum. Karşımdaki çoktan telefonu kapatmıştı. Fark etmedim. Saatlerce konuştum. Saatlerce anlattım kendimi. Cevap beklediğim anda "Özlem, Özlem?". Telefon çoktan kapanmıştı. Beni hiç duymamıştı. Bunca yaşanmışlıktan, farkında olmadığı aşktan sonra bana, canımı en çok acıtan şeyi söylemişti konuşmasının sonunda. Başka birisi. Evlenmek istediği birisi. Hatta ben konuşurken, o bana evlilik fotoğrafını dahi göndermişti. Fotoğrafa baktım ve hissettiklerimi bana açıklayabilecek bir Tanrı'nın olmaması için yalvardım. Bir gün öldükten sonra, Tanrı'nın bana "Elimden geleni yaptım." dememesi için yalvardım. Kendimi artık hiçbir noktada görmüyor, yeryüzünün en derininde, en dibinde, karanlık bir odada, China Bird dinlerken buluyordum. Benim için ölümden sonrası buydu. China Bird'ü yalnız dinlemek, dört tarafı kapalı bir odada yok olmaya başlamaktı. Bir önceki yaşamımda, elimden gelen tüm imkanları kullanmış, bu noktaya gelmemek için uğraşmıştım. Bir başka odada, o ve eşi vardı. Bağırıyordum. "Beni dinle, beni unutma, anlatacaklarımı dinle. Yapma bunu!". Tanrı'ya seslendim. O da artık terk etmişti. Elinden bir şey gelmediğini anladığında terk ederdi her zaman. Yüreğimin en dibine kadar bağırdım. İçimden kocaman bir parçayı odanın dört bir yanına saçtım. Bu parçaların, içimin en dibi olduğunu fark ettiğimde, ben çoktan ölmüştüm.
Ben sadece bir bira içmek istedim. Biramı tokuşturacağım kimsenin olmadığını anladığımda, cehennemin en kuytu odalarından birinde, her bir yanım o fotoğrafla dolu, yalnız başıma, aldığım tüm ilaç ve dostlardan yoksun, çürümeye mahkum kalmıştım.

Leave a comment


Şu an tam olarak bölümün önündeki çimlerdeyim. Hava o kadar güzel ki. Yapabilecek milyonlarca şeyi umursamamak o kadar güzel ki.
Tam olarak buradaydık bir gece, bir saat kadar. Above all the nations is humanity ile beraber en huzurlu anlarımdan biriydi.
Randevumu aldım. Hiç inanmazdım. Yapanlara gülerdim. Başıma geldi. Kısmet bunlar hep. Bakalım bana neler diyecek? Ya da ben ona neler anlatacağım? Kendimi düşününce gülmek isteyip çöküyorum.

Leave a comment


Her seyimi birakirim. Blogumu asla. Burasi benim yuvam.

Leave a comment


Artık havaya konuştuğumu da gördüğüme göre ben ölebilirim. Başka bir şeyim kalmamıştı.

Leave a comment


Gözümün önünden gitmiyor o fotoğraf.
Minik şeylerden mutlu olan biriyim ama anında mutsuz olamazdım. İlk oldu. Teşekkürler.
Evet ben insanların mutsuzluğunu isteyebilen bencil biriyim. Sen anlaşılan o ki böyle çok mutlu olacaksın. Ama benim dileğim değişmeyecek.
Bir ergenden farkım kalmıyor buraya yazınca. Kendimi hissettiğim tek yer burası.
Merhaba, ben yeni sapığın.

Leave a comment


Hiçbir zaman, özellikle genel ortamda, ruh halimi yansıtmaktan çekinmedim. Tıpkı şimdi de çekinmediğim gibi.
Oturup gülüp eğlenecek halim ya da öyleymişim gibi gösteresim yok. Hissettiğin gibi yaşa işte her zaman. Hiç pişman olmayacağım yegane özelliğim budur.
Erasmus bok gibi arkadaşlar. Ayrıca Erasmus'ta da bok var. Gidin görün, 5 ay sonra döndüğünüzde bıraktığınızın gerisinde bir hayata merhaba dersiniz.

Leave a comment


Dışarısı güzel ama sen de eve dönmek için can atmıyor musun? Bunlar hep merak. Haklı meraklar.

Leave a comment


1 saat 4 dakikadır tek bir şey yapmaktan ellerim ayaklarım titriyordu. Biraz daha sakinim. Odamdaki duman miktarı kaygılarımla doğru orantılı.
Kahveni soğutmasan olmaz mı?

Leave a comment


Pazar buhranlığını bi atamadım üzerimden.
Ağacımız var zaten bolca. Oturup konuşmalık kahvemiz, dinlemelik müziğimiz yoktu. İyi olmuş böyle.

Leave a comment


Yavaş yavaş çocuksu sevdalarımdan kurtuluyorum. Çocukken sevdiklerimle uzun süre birlikte olamam zaten. Artık beni heyecanlandırmayan hobilerimi bir kenara koyma vakti. Büyüdüğümü ve artık büyükçe konuşmam gerektiğini hissediyorum. Burada bir ergen ağzıyla yazmaktan vazgeçmeyeceğim çünkü biliyorum ki içimde bir yerde çocuksu duygularım hep yaşayacak. Bunları paylaşabileceğim yegane yer burası. Amma velakin hayattaki tarzımdan sıyrılmam ve artık 23 yaşında, yetişkin bir birey olduğumu fark etmem gerekiyor. Her zaman çok olgun olmam gerektiğini düşünmüştüm. Olmaya da çalıştım. Ama bunu kimseye anlatamamışım. Duygularıyla küs, kapanık bir birey olmuşum. Sanki iki aydır manastıra kapanmıştım ve bugün dışarı çıkanca eski Alper'i öldürdüğümün farkına vardım. İnsanlar değişemez değil bana kalırsa. Değiştirilemez.

Leave a comment


Tek abonemi de kaybetmişim. Halbuki müziklerimi seversin sanıyordum.
Müziğe haddinden fazla mı önem veriyorum acaba?
Gereksiz tespit: Bursa'da daha çok IT sektörü olmalı, daha çok iş alanı yaratılmalı.
Bi kahve içeyim bari.

Leave a comment


Şu hayatta James Mercer olmak vardı. Kareli gömleğimle, mükemmel sesimle canına okurdum dinleyenlerimin.
Baktım da 6 tane kareli gömleğim olmuş. Alışkanlık işte.

Leave a comment


Bir hafta içinde mükemmel bir haberle geleceğimi umuyorum. Hayatım boyunca en çok istediğim şeylerden biriydi ve olursa "çocuğumu keserim!".

Leave a comment


Hadi artık Kadıköy'e taşınalım.

Leave a comment


"I have to go home"
"You are home"
Ev diyebileceğim yer burası. Ve çok ama çok yazasım var.
Hazır Tenten'in de her sayfası bittikten sonra, günlüğümü buraya taşımam çok mantıklı.
Oturup izleyeceğim yine Almost Famous'ı. Bir de haberin yok ama The Boat that Rocked'ı da izlemiştim. Müzik dolu filmlere bayılıyorum. Yol filmlerine bayılıyorum. Yol fotoğraflarına, yolda konuşmalara, yolda düşünmeye, boş boş dışarı bakmaya, yolla ilgili her şeye bayılıyorum. Uzaklaşma, kaçma hissine bayılıyorum. Artvin'e gidesim var.

1 Comment


Tek derdimizin "popüler şarkı paylaşınca herkesin beğenmesi ama bilinmeyen daha güzel bir parçada kimsenin sallamaması" olduğu günlere dönmek istiyorum.
Bari adama/çocuğa ayıp olmasın.
Oyun ya bu. Sona kalan dona kalır.

Leave a comment


Zaten ekşi fest de ücretli olmuş bu sene. Biz ne yapalım Manu Chao'yu. Dünyaca ünlüymüş bir de.
Tek isteğimiz oturup bize çay ısmarlanması. Kesmeşeker gelsin mesela. Mavi Sakal gelsin. Grizu gelsin. Erkan Oğur gelsin.
Köy evi isterken plazaya götürüldük.
Geçen sene Firewater gelmişti mesela. İnanılmaz eğlenmiştik. Ne güzel işte. Sanki sinirlenecek başka bir şey kalmamış gibi.

Leave a comment


En büyük isteklerimden biri Pavement'ın Slanted and Enchanted plağına sahip olmak. Bulabilir miyim bilmiyorum ama umut işte.
Elbette ben de büyüyeceğim. Hiç benmişim gibi yaşamadığım son bir buçuk iki ayı atlatacağım. Elbette ben de biliyorum bunları.
Ancak o fotoğrafla ve ardındaki sözlerle, dediğin gibi sen sen değilsin artık. Ben bunu sevmemiştim, eskisini sevmiştim. Her şeyin eskisini sevdiğim gibi.
Tek yaptığım kutuyu açmaktı. Ancak böyle emin olabilirdim kedinin öldüğünden. Kedi ölmüş.
Birbirinin karşıtı iki yoğun duyguyu beraber yaşamak da çok garip.
"Seviyorum onu çok seviyorum. İki haftadır tanıdığım biriyle evlenmeyi düşünecek kadar çok seviyorum."
Bilmem ki. Böyleyse zaten ne diyebilirim. Sadece utandım. Çok utandım.

Leave a comment


blossom'a, ron dennis'e, ela'ya, aleksey fyodorovich karamazov'a, simten'e, Lorik Cana'ya, komando kani var bende'ye, r_u_h'a, chnanthemoca'ya ve arabayimben'e selam olsun.
Yen favorim. Çok güzel değil mi?

Leave a comment


Raflarımı boşalttım. Ev de soğudu.
Garden State'in devam filmi geliyormuş.

Leave a comment


Eller Soundgarden ve Massive Attack konserine kalksın!
Daha bunun Portishead'i var, Metallica'sı var, Dream Theater'ı var, Aerosmith'i var.
Muhtemelen hiçbirini kaçırmayacağım bu sefer. İhya oldum!

Leave a comment


İçimdekilerin yüzde biriydi.
Verilik birtakım şeyler ve bolca müzik.

Leave a comment


İyi birisin. Umarım çok mutsuz olursun Özlem. O fotoğrafın üzerine dökülür gözyaşların umarım.
En içten dileklerimle.

Leave a comment


Ölesim var.
Kapanma vakti.

Leave a comment


"sevgilinin yanında yapayalnızdın hayyam; şimdi sığınabilirsin ona, artık gitti madem"

Leave a comment


Björk bile sevmeye başladığım bugünlerde, bayık şarkılara bir hayli sardım. Eskiden de severdim ama artık o hareketli indie esintilerinden bir hayli uzaklaşmış karamsar, üzücü parçaların beni her zamankinden daha çok mutlu ettiğine karar verdim. Alt tarafı bir müzikle psikolojik yaşamın bağdaşması çok komik değil mi gerçekten?
Umut Alper'in kamçısıdır diyerek yoluma devam ediyor gibi yapmalıyım. Elimden gelen sadece bu.
İyi geceler

Leave a comment


İki gün önce hiç yapmadığım bir şey yaptım ve hayatımdaki beni yerle bir eden bir olayı, ekşi duyuru'da, hiç tanımadığım insanlara yazdım. Herkesin soru sorduğu bir platformda, cevaplarını bildiğim bir şey soramadım elbette. İçimi döktüm sadece. Öyle ya, yakınımda bunları doya doya anlatabileceğim biri yok. Ağırlığımı paylaşan biri yok. Hiç öngörmediğim kocaman bir boşluk var artık.
Daha önce milyonlarca kez dinlediğim bir parçayı, bir sözlük yazarı paylaştı benimle. Uzun uzun da yazmış kendi tecrübelerini ve benimle ilgili yorumlarını. Sonra da bu parçayı paylaşmış. Hala bir yerlerde mutluluğun tek bir müzik olduğunu bilen birileri var ve hiç tanımadığı ve tanımayacağı bir kişiye bu denli vakit ayıran kişilerin varlığını hala bilmek o kadar güzel ki. Onun sözlerinden sonra, şarkı sözleriyle beraber inanılmaz oturdu kafama Everybody Hurts. Onunla beraber benimle konuşan, bana bin bir nasihat veren insanlarla, Umutcan'ın plak sürprizinden sonra ikinci kez mutlu oldum.

Leave a comment


Bilmediğim için çok utanmıştım. Utanmak o kadar güzeldi ki.
Hayatıma King Crimson katanlara çok şey borçluyum. Sayende artık loş ışık, duman altı oda ve birayla geçen akşamlarımın harika bir dostu var.
Tozlanmış biraz. Ama tüm heybetiyle orada. Yanında da In the Court of the Crimson King ile beraber.
http://instagram.com/p/mnSCehJkqd
Epitaph

Leave a comment


Eksen'in gözünü seveyim.
İyi geceler.

Leave a comment


İstiklal'de, Taksim'e yakın ara sokaklardan birinde, dışında kocaman "Kelepir Kitap" yazan bir mekan var.
Tamamen kitap satan eski bir mekanın bir köşesinin de plaklara ayrıldığından emin olarak girdim içeriye.
Yanılmamışım. Ancak plaklar atılmış sağa sola. İçlerinde 70'ler Balkan ve Rus müziklerinin yığınla olduğu bir plak serisi karşıladı beni.
Güzel bir kayıt bulabilmek için epey araştırmak gerekiyor. Şans eseri "70'ler karışık pop" başlıklı bir plak buldum. İçinde sadece iki parçayı biliyordum ama diğerlerine de şans vermek istedim elbette. Her plak yalnızca 10 liraydı ve plaklar oldukça iyi korunmuş. Eskinin verdiği cızırtılarla analog bir kaydı oldukça kaliteli bir şekilde dinlemek gerçekten mutluluk verici.
Bu plaktan bir parça "Sugar Me" de dilime dolandı. Sizin de dolansın. Ama analog kayıttan dinlemek kadar da güzel değil bu youtube kaydı.

Leave a comment


Başka amaçlarla aldığım pikap bana kaldıktan sonra kendimi bu ara pek nadide plaklara verdim.
Kadıköy Akmar Pasajı'nın alt katında, kendimi ait hissettiğim güzel bir plak dükkanı keşfettim.
Geçen hafta buradan, dostum Umutcan ile aldığım, Neil Diamond ve Journey plaklarına gözüm gibi bakarken Kadıköy vapurunu bekliyorduk.
Ve ben daha 1 saat önce aldığım plakları, iskele karşısındaki banklardan birinde unuttum. Resmen terk ettim yani.
Az paramdan olabildiğince ayırıp aldığım plakları, umarım yine pikap sahibi biri bulmuştur ve dinliyordur. Özellikle Journey plağını çok sevmiştir.
Birkaç gün sonra Umutcan-artık ne kadar üzüldüğümü fark etmiş olacak ki-bana harikulade bir plakla, Morrison Hotel albümüyle geldi.
Günler sonra moralimi böyle düzelten bir olay yaşadım ve ufak şeylerle mutlu olma geleneğimi sürdürdüm.
O albümden benim de çok sevdiğim bir şarkı olarak Waiting For the Sun dinleyelim.

Leave a comment


müzik zevkimi değiştirmek için
"çok geç kaldım"

Leave a comment


Merhabalar, Uzuuuun bir aradan sonra, eski günlere nazaran bitip tükenmeye bu denli yaklaştığım anlarda yaptığım gibi, blog yazmaya geri dönüyorum. Elbette ki gene müzik paylaşacağım fakat içimde kalan ve adresine gönderilmemiş hisleri de buraya dökmek isterim. Nitekim her şeyin en güzel olabileceği bir evreden çıktım. Aslında çıkalı 4 ay kadar olsa da, ben bunu yeni idrak ediyorum. Bazı şeyleri de geç idrak edebildim zaten. Bu şekilde hayatta çoğu kişiyi ve şeyi kaybedeceğime neredeyse eminim. Ama keşke ilki böyle olmasaydı diyor insan. En büyük heyecanım ve mutluluğum da ne oldu bugün biliyor musun?
Available
Status(February 11)
Ağaç

Leave a comment
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Search

Bu sitedeki müziklerin hepsi canım sıkıldığı için paylaşılmaktadır.