Bloguma hoşgeldiniz. Kimseyi ilgilendirmeyen yazılar yazıp, sonuna bir parça ekliyorum. Okumasanız da olur. Ama dinleyin, dinlettirin. Dünyayı beraber kurtaralım.
Bir hafta önce yapmam gereken şeyleri yapıp odama, dolabıma ve masama iyi bir çeki düzen verdim ve analog radyomu acaba bu sefer Radyo Eksen bu odadan çeker mi umuduyla çalıştırdım. Jeff Buckley çalmasıyla anladım ki doğru fm'deyim.
Hayatımın en güzel, en sade 3 günlerinden birini geçirmek, insana her zaman-yıllardır gördüklerinin aslında ne kadar eşsiz olduklarını hatırlatan birkaç gün yaşamak belki de yeni bir seneye başlarken en çok ihtiyacım olan şeylerden biriydi. Bulutlar hep dolunay akşamında bu kadar hızlı ilerlese, La Liberta'nın arka balkonundaki fıçılar hep orada dursa, "Above all the nations is humanity" hiç kaybolmasa, insan başka ne ister ki...
Büsas(Boğaziçi Üniversitesi Sualtı Sporları Kulübü) ile ilk deneyimimi yaşadım bugün. Suyun altındaki o sessizlik, slow motion, OK işareti yepyeni kapılar açıyor sanki insana. Call of Duty Modern Warfare 2'de de dalmalı, yüzmeli bir sahne vardı. Kendimi Soap Mactavish sandım mı sandım bir an hehe.
Oyun demişken, aylardır çıkmasını beklediğim Torchlight 2'yi indirmiş olmama rağmen açıp birkaç saat oynamadım hala. Bir sinerji gerekiyor galiba.
Bir sonraki yazımda da Beyoğlu Sahaf Festivali'nden, Fenerbahçe-Boston Celtics maçından ve yeni başladığım Chuck Palahniuk'un Tıkanma adlı romanından bahsetmeyi düşünüyorum. O Jeff Buckley parçası da burada olmalı değil mi?
Uzun zamandır ara verdiğim bloguma değiştirilmiş formatıyla geri dönüyorum. Biraz müzik paylaşımının yanında ufak tefek bir günlük gibi kullanmaya karar verdim burayı. Twitter'ın karakter sınırı canımı bezdirmiş durumda çünkü. İlk iş olarak staj raporumu yazmaya başlıyorum bu eğitim yılında. Uzun zaman önce yapmam gereken bir olaydı. Bir de artık baya büyümüşüm. Ve optimist biri olma yolunda ilerliyorum. Bunlar önemli şeyler.
Lise yıllarımda Dandy Warhols parçalarını CD halini getirmiştik, en yakın dostlarımdan Buğra ile. Sonra da arabayı çalar gezerdik bütün gece. Sürekli de Dandy Warhols dinlerdik. Ne günlerdi ama. Ne güzel şeyler dinliyormuşuz o zamanlar.
Şarkının orijinal halini bir kenara koymakla ve Interpol'e sonsuz saygı/şükran/sevgi beslemekle beraber bu remixinin de bir hayli iyi olduğunu kabul etmek gerek. Özellikle yoğun bas kulakta güzel bir tat bırakıyor.
2006 yılında çıkardığı ilk albümü Oracular Spectacular ile otoriteleri bir hayli şaşırtan ve hızlı bir yükseliş yakalayan, ancak aynı ivmeyi Congratulations albümü ile yakalayamayan bir psychedelic rock grubu MGMT. Grup iki arkadaşın Wesleyan Üniversitesi'ndeki deneysel çalışmalarıyla başlıyor. Wesleyen ise How I Met Your Mother severlerin tanıyacağı, Marshall ile Ted'in mezun oldukları üniversite. Tam, bir gün batımında eve doğru yol alan arabada, yan koltuğunda sevdiceğin oturduğu, güzel bir günün ardından radyoda bir an çıkan, çıkması beklenen bir şarkı sanki.
Nedense Türkiye'de sadece Sweet Home Alabama denince akla gelen bir grup. İçinde sesli harfinin olmaması çok güzel değil mi? Kuruluşları 1964'müş ve Free Bird'ü piyasaya çıkardıklarında 1974 yılıymış. Zamanının bir hayli ötesinde bir müzik.
Duran Duran'ın bu şarkısı radyoda, hatta şimdi kapanan ve djlerinin bir kısmı Max FM'e transfer olan Capital Radio'da dinlediğim bir şarkıydı. Bu yaz kaçırdığım konserler silsilesine eklendi Duran Duran da.
Portishead paylaşıp Massive Attack paylaşmayı unutmam, Bristol'a ve Bristol halkına bir hakaret sanki. Hazırlıkta da bu kadar büyük fanları olup konserlerinin kaçırmamayı isterdim. Trip-hop'ı onlar bulmadı ama onlar geliştirdi!
Eskişehir'de Donas vardı. Lisedeyken birkaç öğünlük idare ederdi bizi. Tadı da bayağı bayağı iyiydi. En çok özlediğim şeylerden biri. Neyse, bu Donas web sitesi yapmış, sitenin açılış müziği de Lighthouse Family-Ain't No Sunshine. O zamanlar bunu yeni yeni dinliyoruz. Tek kelimeyle bayılmıştım! Sonra biraz Ocean Drive ve Postcards From Heaven albümlerini dinledim ve High en sevdiğim müziklerden biri oldu. Huzur dolu bir şarkı.
Gallerli alternative rock grubu Manic Street Preachers'ın bu eşsiz, durmayan ritmlerini dinlemek bana inanılmaz zevk veriyor. Yaklaşık 25 yıldır iyiler, cidden. James Dean'e de ayrı bir parantez açmak gerek. Ne muhteşem gitarist ve ne harika rock vokali ama.
Biraz konseptin dışında olabilir ama Brad Mehldau oldukça yetenekli ve sevdiğim müziklerin piyano coverlarını yapan bir abimiz. Açıkhavadaki bu Teardrop yorumu da pek güzel.
Eğer Eurovision'daki inanılmaz kaliteli, emek harcanmış. milli mücadele haline çevrilen müziklerden biraz olsun sıkılan biriyseniz Zero 7 dinleyebilirsiniz bu gece. Londralı grubun trip-hop müzikleri belki de aradığınız ritmdir. Bir de adamlar müziğe başlamadan önce mühendismiş. Respect!
U2 360 konserine gidememeyi hayatımdaki en büyük mutsuzluklardan biri saydım uzun zamandır. Özellikle Bono o köprüden geçerken benim nerede olduğumu hatırlamak bile istemedim.
Utandım şimdiye dek Portishead paylaşmadığıma. Bana kalırsa bu trip-hop cemiyetinin en saygın üyesi Portishead. Özellikle Tricky'den bayrağı devralıp, bir diğer Bristollı kardeş grup Massive Attack'ten çok daha iç karartan müzik yapabiliyorlar ve sanırım her zaman dediğim gibi, en güzel kısmı, bir geceye bu kadar güzel yakışması. Son olarak aşağıdaki videoda Jools Holland'ın taa 94'lerden kalma halini görüp eğlenmek de mümkün.
Radyo Eksen'e teşekkür etmem gereken bir diğer şarkı da budur kesinlikle. Haklarında pek bir şey bilmediğim bu güzide grubun tahmin edebileceğiniz üzere indie ritmleri beni kendilerine çekmiş durumda.
Bu akşam da Coldplay dinleyelim. Uzun zaman olmuştu Chris Martin'i dinlemeyeli. Mylo Xyloto ile yaptıkları her ne kadar hoşnut edici olmasa da kariyerlerinin en iyi konserlerinden biri olan Tokyo konserini ve en sevdiklerimden biri olan In My Place(ki en iyi düzenlenmiş Coldplay şarkısı bence)dinlemek, şu gergin geçen günlerde oldukça hoş oluyor.
80'lerin sonu 90'ların başında başladıkları grunge yolculuklarına günümüzde de devam eden(artık grunge'dan ziyade pop'a kaydıkları düşünülebilir) STP, döneminde birçok ünlü ismin gölgesinde kalmıştı. Pearl Jam, Nirvana, Alice in Chains gibi Seattle menşeli grunge müzik yapan gruplar STP'nin de ne kadar iyi olduğunu saklayan kara bir perdeydi belki de. 2008 ve sonrasını değil de, zamanının STP'sini düşünürsek, bahsettiğim grupların tadını az biraz alabiliriz.
Bunların nasıl bir grup olduğunu anlatmak için "Grup adı konuşulurken önerilen saçma bir isme grup elemanlarından (sanırım) Karen'ın verdiği 'He öyledir he' şeklinde çevrilebilecek 'Yeah Yeah Yeah' cevabının seçilmesi" yeterli olacaktır sanıyorum.
Öğrenci biletleri bir anda tükenen Kings of Convenience konserine gidememem, bu yazki Feist konserine de gidemeyeceğim anlamına gelmiyor tabii ki! Norveç'ten çıkan en güzel şeyle Kanada'dan çıkan en güzel 2. şey(1 kesinlikle Alanis Morissette) birbirine çok yakışıyor. Sanki Kings of Convenience "Sakin ol, her şey güzel olacak." diyen sesiyle dinletiyor kendisini. Feist ise KOC'un müjdelediği güzel şey gibi sanki.
The Smashing Pumpkins bu grunge veya yer yer alternative/gotik aleminin en underrated gruplarından birisi. Billy Corgan liderliğindeki grup 2000'li yıllarda çalkantılı dönemler geçirmiş olsa da yeni üyeleriyle beraber yoluna devam ediyor. Yeniden birleşen grubun 2007'de çıkardığı albüm tam bir felaket açıkçası. Siamese Dream zamanlarındaki soundunu mumla aratan, Billy Corgan'ın o boşvermiş vokali de olmasa tanınmayacak bir grup haline döndükleri aşikar. Neyse, biz isimlerinin başına The ekleten müziklerinden Today'i dinleyelim biraz.
Kasabian'ın en güzel yanı insanı hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmamaları. Bana kalırsa son 10-15 senenin en başarılı indie gruplarından birisi. Küçük bir şehir olan Leicester'dan bu kadar başarılı grupların çıkması Kütahya'ya olan inancımı da artırıyor.
Bu şarkının benim için en anlamlı kısmı ise kesinlikle "i hope someday that we will meet again"
Son dönemin popüler indie gruplarından Metronomy ile Two Door Cinema Club, 28 Haziran'da Maçka Küçükçiftlik Park'ta bir konser verecek. Öğrenci biletleri bitmiş bile! Bu enerji dolu grubu kaçırmamak gerek!
Blogum açılalı 2 gün oldu ama hala bir Eric Clapton olmaması üzücü değil mi? Müzik tarihinin belki de yetenek/alçakgönül oranı en yüksek kişisinin enfes Layla yorumuna Marcus Miller'ın bas klarnetiyle eşlik ettiği bu müzik akşamınızı neşelendirir umarım.
Gözlerini kapatıp 5-10 dakika bu hengameden uzaklaşmak isteyenlerin ya da bir geceye, sigara dumanına, karanlığa en çok yakışan şarkıları kim yapıyor diye soranların tanışması gereken bir grup The Cinematic Orchestra. Elektronik müziğe biraz doğaçlama caz ekleyen bir İngiliz gruptan başka ne istenebilir ki?
En sevdiğim İngiliz gruplarından Duran Duran, bana daima sarıyı hatırlatan çizgileri ile punk-rock-new wave'in güzel bir harmanı olarak karşımda duruyor.
Bu sabah uyandım, aklımda bu şarkı var. "I can't do well when I think you're gonna leave me"'de içim gidiyor resmen.
Empire of the Sun yaklaşık 5 senelik, taze mi taze bir grup. Şarkıları da gençlik kokuyor buram buram.
Son olarak 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günümüz kutlu olsun!
Belki de çoğumuzun bildiği bir şarkı, tanınmayan bir grup. Yaklaşık 40 sene öncelerinden kalan İngiliz progressive rock grubu Procol Harum. Bu isim de nedir diyenler için bir açıklama: Grup üyelerinden birinin(hangisi hatırlayamadım) bir arkadaşının kedisinin adıymış.
Bu arada Strip My Mind da bir Red Hot Chili Peppers şarkısı. Bir RHCP diğer RHCP'yi yenmesin diye, bahsetme gereği duymamıştım ama bu da nedir diyenler için cevap niteliğinde olsun bu gönderim.
Sevdiğim müzikleri bir blog üzerinden internette yayınlama fikrinin çok cazip geldiği bu akşamda, planıma en sevdiğim müziklerden biriyle başlamak istiyorum. 8 Eylül'ü dört gözle beklemek, belki o zamana kadar Frusciante geri döner diye ummak bir yana; yıllar önce RHCP'nin yaptıklarından vazgeçmek oldukça zor benim için. Red Hot Chili Peppers'ın 2003 yılında İrlanda'daki Slane Castle'da verdiği ve yaklaşık 258 bin kişinin izlediği bu konserin en can alıcı şarkısı belki de Don't Forget Me.